YİTİRMEK…

Yitirmek, neleri yitirmiyor insan…
Belki ömründen her bir günü, sevdiğini, sevenini…
Hiçbir zaman ‘yitirmek’ sözcüğü benim için bu kadar çok anlam taşımamıştı.
Çünkü sevdiğini yitirmesi kolaydı insanın…
Ya sizi sevdiğini her daim zikreden bir insanı yitirmek…
İşte asıl yitirmek buydu. Kolay mıydı?
Dostumu, arkadaşımı, kardeşimi, komşumu, eşimi, yoldaşımı, iş arkadaşımı, sevdiğimi yitirseydim kendime bir teselli bulabilirdim.
Birileri bana teselli verebilirdi.
İçinde yaşattığı kimsesizliğine kimse olamadığım,
Çaresizliğine çare bulamadığım,
Ölmekten korkmasına cesaret veremediğim,
Sevgisine layık olamadığım,
Maddi ve manevi acılarına merhem olamadığım beni sadece ben olmaktan ve benim gibi olmak arzusundan seven bir sevenini yitirmiş biri olarak teselliye çok muhtacım…
Yitirmek, meğer tesellisi ne zor şeymiş.
Sevgisizliğim, moralsizliğim, asık suratım, çekilmezliğim, öfkem, kızgınlığım, beceriksizliğim, sessizliğim, ani çıkışlarım, korkaklığım, yalnızlığım, anlamsızlığım, bağırmalarım, dalgınlığım, hırçınlığım ve sair her şeyim hoş görülsün…
En azından tekrar biri beni ben olduğum için sevinceye kadar…
Zor mu zor değil mi?
“Ölünce bana kim dua edecek” diye yakınan sevgili kardeşim Havva Evci’nin sevgisini yitirmiş bulunmaktayım.
Yüzüne diyememiştim “sen ölünce beni kim sevecek” diye.
Mekânın cennet, Kevser serinliğin, Makamı Mahmut komşun, Cemalulah nurun ve şefaatin yanımda olsun değerli kardeşim.
Allah rahmet eylesin, imanın tam, kabrin nur dolsun, şefaatçin Resulullah olsun…